İSTANBUL (AA) - Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, yetiştirilme biçiminin inatçılığı desteklediğini belirterek, inatçılığın arka planında korkuların olduğunu söyledi.

Üniversite açıklamasında görüşlerine yer verilen Tarhan, bilinmezlik ve belirsizliğe karşı savunma mekanizması olarak inatçılığın ortaya çıktığını belirterek, baskıcı bir ortamda çocuk nasıl inatçılığa sürükleniyorsa kuralsız bir ortamda da çocuğun kendi doğrularını kendisinin oluşturduğunu ve o doğrularda ısrar ettiğini kaydetti.

İnatçı kişilerin değer yargılarının farklı olduğunu aktaran Tarhan, inatçılığın "kişinin bir fikirde doğru ve yanlış olduğuna bakmaksızın ısrar etmesi" olarak bilindiğini bildirdi.

Bir kimsenin doğru olan bir fikirde ısrar etmesine "kararlılık" denildiğini belirten Tarhan, "Ama genelin kabul ettiği ya da mantık, muhakeme kurallarına, psikoloji kurallarına göre yanlış olduğu bilinen bir konuda ısrar edilmesi 'inatçılık' olarak kabul ediliyor. Kişi bunu kabul etmediği gibi reddediyor, karşı geliyor, direniyor. Karşısında söylenen kanıtları da kabul etmiyor çoğu zaman." ifadelerini kullandı.

Tarhan, çocuklarda inatçılığın doğal olarak var olduğuna dikkati çekerek, çocuğun yürümeye başlayıp özerklik duygusu gelişmeye başladıktan sonra kendi doğrularında kendini dünyanın merkezinde gördüğünü, buna "primer narsizm" denildiğini bildirdi.

İnatçı kişilerin dünyanın hep kendi etrafında dönmesini istediklerini aktaran Tarhan, inatçılığın, ben merkezciliğin en önemli davranışsal boyutlarından biri olduğunu, inatçı olarak bilinen kişilere baktıkları zaman o kişilerin ben merkezci olduklarını kaydetti.

Tarhan, inatçı kişilerde düşünce esnekliği olamadığını belirterek, "Bu durumun psikolojideki karşılığı düşünce katılığıdır. Bir kimsede düşünce katılığı varsa önce neden kaynaklandığına bakılır. Eğer bir hastalıktan kaynaklanıyorsa, bir hezeyansa o zaman tıbbi tedavi gerekir, medikal yaklaşılmalı. Ama bir hezeyan değil, kişilik özelliğiyse kişi bunu bilerek mi bilmeyerek mi yapıyor ona bakılır." ifadelerini kullandı.

- "Pasif inatçılar daha tehlikeli"

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, buyurgan yaklaşımların inatçılığı arttırdığına işaret ederek, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Kişilerde inatçılığın ortaya çıkmasındaki en büyük etkenin aile ortamı olduğunu görüyoruz. Baskıcı, otoriter, totaliter, ‘hep ben’ ortamlarda yetişen çocuklar, özerklik duyguları da varsa inatçılıkla kendi varlıklarını devam ettirmek isterler. Bazı çocuklar teslim olurlar. Hatta bazen pasif agresiftirler, ‘peki peki’ derler. Aktif inatçılar dürüsttür, karşı çıkarlar, itiraz ederler, fikirlerini savunurlar. Ama pasif inatçılar iyi davranır fakat daha sonra kendi bildiğini okur. Mesela anne çocuğa ‘ders çalış’ der. Çocuk ‘tabi anneciğim çalışacağım’ der ama çalışmaz. Hatta annesini sinirlendirir, zevk alır bundan.

Açık ve dürüst oldukları için aktif inatçı kişilerle anlaşmak daha kolay. Fikirlerini hakikaten anlaşılmak için söylerler. Bunu ego savaşına çevirirsek iki taraf da kaybeder. Burada amaç, bizim için en iyiyi ve en isabetli doğruyu bulmak. Ancak bunu yaparken, inatçı kişinin onurunu zedelememek gerekiyor. Onurunu zedelerseniz kişilik yapısı olan inatçılığı çözüm olarak görür."

Herkesin içinde inatçı bir çekirdek olduğunu belirten Tarhan, "İnatçılık, kişinin kendi psikolojik bütünlüğünü koruması için de gereklidir. Kişinin kendi doğrularını savunması gerekiyor. Karşıt bir delil olmadan, karşıt bir görüş, ikna edici bir bilgi olmadan o doğruları değiştirmemesi isabetlidir. Ancak karşı tarafa ‘ben anneyim böyle yapacaksın, ben babayım böyle yapacaksın’ diyerek anneliği, babalığı veya iş yerinde pozisyonunu kullanarak gerekçelerini söylemeden, ‘ben ne dersem o olur’ diyerek yaklaşılırsa geçici bir sessizlik, sakinlik olur. Böyle durumlarda ihanet beslenir, ilk fırsatta ihanet eder karşı taraf... Bu nedenle baskıcı ortamlarda çok hain çıkar. Baskıcı kültürlerde münafık çok çıkar. Mesela Batı'da niye çıkmıyor? Çünkü insanlar açık ve şeffaf. Orada dürüstlük yüceltiliyor ama burada, doğu toplumlarında itaat yüceltiliyor. Türkiye değil, bütün doğu toplumlarında, itaat ve sadakat yüceltiliyor. Halbuki gelişmiş toplumlarda adalet, açıklık ve şeffaflık yüceltilir." ifadelerini kullanıldı.

Çocuklarda inatçılığın her şeye karşı koymayla geliştiğini vurgulayan Tarhan, şunları kaydetti:

"Bu çocuklara baktığımız zaman yetiştirilme biçimleri bunu besliyor. Bu genetik bir durum ya da hastalık değil. Baskıcı bir ortamda çocuk nasıl inatçılığa sürükleniyorsa kuralsız bir ortamda da çocuk kendi doğrularını kendi oluşturur ve o doğrularda ısrar eder. Bu inatçılık olarak ortaya çıkar. Mesela, 'dişini fırçalayacaksın, tuvaletten çıkınca elini yıkayacaksın' tarzında genel temel değerleri, temel kuralları olan bir ortam oluşmadıysa çocuk kendi doğrularında ısrar etmeye başlar. Çünkü insan zihnini en çok rahatsız eden şey belirsizliktir, tehlike değildir. Ne olacağını bilememek, bilinmezlik ve belirsizlik en büyük gizli travmadır. İnatçılık, bilinmezlik ve belirsizliğe karşı bir savunma mekanizmasıdır. Kendi doğrularını korumaya çalışır. İnatçı kişiler bu yüzden maalesef yeniliğe de kapalıdırlar. Yenilikçi ve gelişimcilik 21. yüzyıl değerleri biliyorsunuz. Bu zamanda yenilikçi ve gelişimci olmayan kimse bu yüzyılı kaçırır, tarihte yaşar.

‘Niye böyle yapıyorsun’ gibi ‘sen’ dili ile konuşmak inatçılığı artırır. İnatçılık özellikle duygusal boyutu gizler. Mesela, eve gittiniz, ev darmadağın. Bu durumda ‘ne bu evin hali, bütün gün dışarda canım çıktı zaten, eve geldim ortalık darmadağın’ dersiniz. Bu da eşe karşı suçlayıcı ve yargılayıcı konuşmaktır. Yargılayıcı ve suçlayıcı konuşma karşı tarafta savunma duygusu yaratır. ‘Ben’ dili ile ‘ben eve geldiğimde ev dağınık olduğu zaman kendimi çok kötü hissediyorum’ şeklinde kendi duygularını söylese karşı tarafta savunma duygusu yerine yardım etme, anlamaya çalışma duygusu uyanır. Bu nedenle sen dili ile suçlayıcı, yargılayıcı konuşmak inatçılığı besler."

- "Herkes kendi duygularından sorumludur"

Herkesin kendi duygularından sorumlu olduğunu aktaran Tarhan, insanın eşinin duygu ve davranışlarından sorumlu olmadığını, eşini yönetmeye, hükmetmeye kalktığı zaman karşı tarafın özgürlük duygusunun zarar gördüğünü belirtti.

"Ev; kadının krallığıdır, erkeğin de evde kadına o krallığı hissettirmesi lazım" ifadesini kullanan Tarhan, aksi halde kadının kendini kötü hissedeceğine ve evi sahiplenmekte zorlanacağına işaret etti.

Erkeğin evdeki kararları kadına bıraktığı durumlarda kadının evi daha çok sevdiğini, çocuklarla daha çok ilgilendiğini ve eşine de daha iyi ortam hazırladığını aktaran Tarhan, "Evde son sözü eşin söylemesini erkek kabul ederse ego savaşları olmaz. O zaman niye inatçılık olsun ki... İnatçılığın arka planında, onun görünmeyen nedeni buz dağı gibidir. Arka planda, beni sevmiyor, bana değer vermiyor yahut da sahip olduğu bir şeyi kaybetme korkuları vardır. Parasız kalma, sevilmeme, yalnız kalma korkusu vardır. Bir nevi ‘benim farkıma var, bana da önem ver’ diye dolaylı bir mesaj vardır arkasında. Bilinenin aksine inatçı kişiler güveni düşük kişilerdir. Erkeklerin zulmü var maalesef, kadınlar sessiz kalıyor, içine atıyor, onun için hekim hekim dolaşıyorlar. Mide hastalığı, bayılma hastalığı... Hep arka planda duyguları ifade edememe zorluğu var. Duygular üzerinde konuşulabilse bu olmayacak. Bu konuşulamadığı için inatçılık şeklinde veya bedensel hastalık şeklinde çıkıyor." değerlendirmesinde bulundu.