İSTANBUL (AA) - Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, engelli bireylerin toplumda en çok karşılaştıkları engelin "etiketlenme" olduğunu belirterek, "Toplumda özellikle etiketlenme bu bireyler önünde en büyük engeli oluşturuyor. Kişi 'Ben engelliyim' diyerek kenara çekiliyor. Toplumda bu bireylere yönelik zaman zaman ortaya çıkan 'Sen engellisin otur evde', ‘Sen engellisin şunu yapma' şeklinde aşırı korumacı yaklaşımlar var. Bu nedenle var olan yetenekleri gelişmiyor." ifadelerini kullandı.

Tarhan, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü dolayısıyla yapmış olduğu açıklamada, zihinsel performansı çok iyi, kendine bir amaç belirlemiş, kendisinin güçlü ve zayıf yönlerini tespit etmiş, güçlü yönlerine odaklanarak oradan bir amaca tutunmuş kişilerin her zaman başarılı ve mutlu olduğunu kaydetti.

İnsanı harekete geçiren şeyin amaç olduğunu ve amacın doğru belirlenmesi gerektiğini belirten Tarhan, "Psikolojik engelli denilen kişiler, ‘Ben yapamam’ diyen kişilerdir. Öğrenilmiş çaresizlik, ‘Ben beceremem, ben bilemem’ demektir. Beynimizin öyle bir çalışma sistemi var ki kendi kendini programlayan bir organ. ‘Ben yapamam’ deyince olumsuz bağlantıları görüyor, algılamalar yapıyor, olumsuz pozisyona geçiyor ve kaçınma davranışı oluyor. Ama kişi ‘Ben yapabilirim, şu yönüm güçlü, bunu gerçekleştirebilirim, bunu geliştirebilirim’ dediği zaman onunla ilgili önüne fırsatlar çıkıyor. Bu fırsatları kullanıyor ve başarıyor." ifadelerini kullandı.

- "Etiketlenme en büyük engel"

Tarhan, engelli bireylerin toplumda en çok karşılaştıkları engelin “etiketlenme” olduğuna dikkati çekerek, "Toplumda özellikle etiketlenme bu bireyler önünde en büyük engeli oluşturuyor. Kişi 'Ben engelliyim' diyerek kenara çekiliyor. Toplumda bu bireylere yönelik zaman zaman ortaya çıkan 'Aman sen engellisin otur evde', 'Sen engellisin şunu yapma' şeklinde aşırı korumacı yaklaşımlar var. Bu nedenle var olan yetenekleri gelişmiyor. Bunun için engellilere davranma biçimi çok önemli. Fazla şefkat de engellileri olumsuz yönde etkiliyor. Kendilerini acınası hissediyorlar. Böyle durumlarda onlar da depresif oluyorlar." değerlendirmesinde bulundu.

Kişi engelli olarak dünyaya gelmiş olmasına rağmen eğer zihni açıksa birçok engeli aşılabildiğini belirten Tarhan, şunları kaydetti:

"Kişinin zihni çalışıyorsa düşünüp hayal kurup bir teori geliştirebilir, sonra onu hayata geçirebilir. Böylece birçok kişiye ilham verebilir. Herkesin parmakla gösterdiği bir kişi oluyor. O nedenle engellilerin sosyal hayata dahil olmasını arttırmak çok önemli. Toplumun yüzde 50’si aslında dezavantajlı yüzde 50’si avantajlı. Dünya Engelliler Günü dolayısıyla yayınlanan istatistiklerde dünyada engelli oranının yüzde 15. Bu engellilerin yüzde 80’i de maalesef gelişmemiş ülkelerde.

Engellilere yaklaşımda çok ciddi tutum hataları var. Özellikle ortama dahil olmaları konusunda çok yanlış davranılıyor. Üniversite kapsamında biz bir slogan geliştirdik: Bir kişi ile karşılaştığında ‘Özrüne, özeline ve kutsalına karışma’ diyoruz. Bu üç konuda kişinin sınırlarına girilirse çatışma çıkabiliyor. Örneğin kişinin özel hayatı ile ilgili bir konuyu o kişiyi tanımadığın için bilemiyorsun. İlişki ilerlerse daha sonra o konu da doğal akışında gelişiyor zaten. Zaten aksi bir yaklaşımla doğru iletişim kurulmaz.

Mesela kişiyi tanımadan önyargılı bir şekilde ‘Vah vah, sana ne oldu böyle?’ dediğiniz anda o kişiyle iletişim kopar. Fiziksel engeli olan kişiyle hemen bunun nedeni sorulmamalı. Bunu çoğunlukla toplum olarak yapamıyoruz. Çoğunlukla iyi niyetli bir şekilde yapılıyor. Çoğu zaman vah vah diyerek acınarak bakılıyor. Bu tarzda bakmak duygusal aptallıktır. Karşı tarafın duygularını hiç anlamamak yani duygusal sağırlık, duygusal körlük de deniliyor."

- "Engelli kişiye yaklaşım uyumu belirliyor"

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, doğuştan engelli bireylerin sonradan engelli olan kişilere göre hayata daha iyi uyum sağladığını, sonradan engellilerin daha geç uyum sağladığını aktardı.

Engelli bireylerin topluma ve hayata uyumları konusunda bilinçli yaklaşımların önemli olduğunu belirten Tarhan, "Bu bireylere yaklaşım şekli, bu kişilerin uyumunu belirliyor. Engelli bireyler konusunda gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkelerdeki ayıran en önemli faktör, dezavantajlı insanlara yaklaşımları. Dezavantajlı bireylere sağlıklı ve bilinçli yaklaşıyorsa bu kişilerin uyumu da ö ölçüde başarılı oluyor." yorumunda bulundu.

Tarhan, engelli bireylerin yaşama bağlı olmalarında etkili olan bir diğer şeyin de bulunduğu durumu kabullenmek olduğuna işaret ederek, şu ifadeleri kullandı:

"Psikoterapilerde uygulanan kabul et ve yönet yöntemi önemlidir. İnsanın gücünün yettiği şey, var gücünün yetmediği şey var. Engellisin gücünün yetmediği bir şey var. Bu durumda bunu kabul edeceksin ve bir neden koyacaksın. Bu kabulden yönet yöntemidir. Bu yöntemi kullanan engelli bireylerin genellikle pek çok alanda başarılarını görürüz. Sahip olduğu her şeyi kabullenmiş, kendine bir hedef koymuş, o engelliliği de odaklamamış, zihnini yeni bir hedef koyup çalıştırarak geliştirmiştir."

Engellilerin eğitiminde kişinin güçlü yönlerinin öne çıkarılmasının hedefleniyor. Kişinin engeli ya da zayıf yönünü değil de güçlü yönlerini arıyoruz. Güçlü yönlerine odaklanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Kişi güçlü yönlerine odaklandığı zaman bir müddet sonra kişi o yönlerini güçlendiriyor. Küçük başarılar elde ettikçe de orada hayata tutunuyor. Sosyal kabul görüyor. Bu da insanın hayatı anlamlandırmasında çok önemli ve çok etkili.

İnsanın fizyolojik ve biyolojik ihtiyaçları kadar psikolojik ihtiyaçlarının da çok önemli. Kişinin sevme, sevilme, korunma, kendini güvende hissetme gibi ihtiyaçları var. Kişi kendini güvende hissetmezse kendini oraya ait hissetmezse kendini kötü ve yalnız hissediyor. Şu anda özellikle gelişmiş toplumlarda en büyük sıkıntı insanın ilişki ihtiyaçlarını karşılayamaması. Yalnızlık günümüzde en önemli sorunların başında geliyor. İleri yaştaki insanları çocukları ve gençleri olumsuz etkilemeye başladı."

- "Özel eğitimler sayesinde sosyal yönleri güçleniyor"

Tarhan, engelli bireylerin sosyal hayata adapte olmalarında özel eğitimlerin de önemli olduğunu kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Dezavantajlı bireylerin gruplar içerisinde eğitim almaları çok önemli. Sosyal öğrenme bu bireyler açısından da büyük kazanımlar sağlıyor. Sözel olmayan öğrenme güçlüğünde kişi matematiği çok iyi biliyor ama oturup birisiyle sohbet edemiyor. Herkes güldüğü zaman niye gülüyorlar diye anlayamıyor. Sınıfta tek başına kalıyor.

Duygusal okur yazarlığı yok. Bir sınıf içerisinde tüm bu yönler gelişiyor. Bunlar duyu bütünleme eğitimi olarak geçiyor. İnsan duyularının her biri tek başına çalışmıyor. Yani büyük bir bütünlük içinde çalışıyor ve bir denge oluşuyor. O denge için muhakkak insanın sürekli ilişki içinde olması gerekiyor, güven içinde olması gerekiyor. Ev güvenli alanı olacak. Kendini iş yerinde güvenli hissedecek yani güven duygusu insanın en temel psikolojik ihtiyaçları içerisinde yer alıyor."