Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasından bazı satır başları şöyle:

“Kuruluşundan bugüne Milli Türk Talebe Birliğimizin çatısı altına mücadele eden, görev alan, hizmet veren herkese şükranlarımı sunuyorum. Bugün de aynı kutlu mücadeleyi sürdüren kardeşlerimizin her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Genel kurulumuzda hizmet bayrağını devralacak olan kardeşlerime rabbimden başarılar diliyorum.

Bilindiği gibi Milli Türk Talebe Birliği’nin kuruluşu, 1916’ya kadar gider. Cumhuriyet’in ilanından sonra da çalışmalarını sürdüren birliğimiz, Hatay Meselesi’nin en hararetli günlerinde aldığı aksiyon sebebiyle 1936 yılında kapatılmıştı. Yaklaşık 10 yıl sonra yeniden faaliyete geçen Milli Türk Talebe Birliği, 1965 yılına kadar ismine ve temsil ettiği misyona pek de uyuşmayan bir yönetimin elinde adeta bizar olmuştu. Daha sonra yeniden isminde ifadesini bulan milli bir çizgiye yönelen birliğimiz benzer pek çok sivil toplum kuruluşu gibi 12 Eylül Darbesi’nin enkazı altında kalmıştır. Kalbi ülkesine ve milletine hizmet aşkıyla çarpan büyüklerimizin ve gençlerimizin ısrarlı takibiyle birliğimiz 2008’de resmen tekrar faaliyete geçmiştir.

Milli Türk Talebe Birliği, yaklaşık 107 yıllık tarihiyle ülkemiz gençliğinin önünde maziden atiye kurulan bir köprü olmayı sürdürmektedir. Çanakkale Savaşı döneminden başlayıp Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in çeşitli evrelerine kadar uzanan süreçte birliğimiz daima milletimizin saldırı altındaki değerlerinin savunucusu olmuştur.

Türkçe hassasiyetinden Bulgaristan’daki Türk mezarlarının tahribine karşı çıkmaya, Hatay’ın anavatana katılması ısrarından Sovyet tehdidi ile mücadeleye, Kıbrıs meselesini sahiplenmekten Doğu Kürdistan ve Kerkük’teki gelişmelere, Ayasofya’nın yeniden ibarete açılması davasından, Büyük Türkiye vizyonuna kadar gerçekten çok geniş bir yelpazede bunun örneklerini görmek mümkündür. Biz de gençlik yıllarımızda bu çatı altında pek çok faaliyete katıldık.

Milli Türk Talebe Birliği’nin en önemli özelliği, ülkemizdeki milliyetçi ve mukaddesatçı gençlerin tamamını kucaklamayı başarabilmesidir. Kimi dönemlerde farklı ekollerin ağırlığı hissedilmiş olsa da birliğin genel olarak bu vasfını korumaya özen gösterdiği görüyoruz. Bugün de birliğimizden beklentimiz, gençlerimizin siyasi, sosyal, kültürel ve teknolojik olarak yoğun bir küresel bombardıman altında kaldığı şu dönemde aynı kuşatıcılığı sergilemeye devam etmesidir.

Şu anda karşımda bulunan tüm gençlerimizden benim ricam, aman ha şu kucaklayıcı vasfınızı asla kaybetmeyin. Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız. Hep birlikte Türkiye olacağız. Geleceğimizin sahibi ve teminatı olan gençlerimizi güçlü bir tarihi ve kültürel donanımla dünyaya hazırlayamazsak, işimizi zora sokarız. İşte şimdi İsrail-Filistin olayını hep birlikte dünyada takip ediyoruz. Neler olduğunu hep birlikte görüyoruz. Müslümanlar buna layık mı? Değil. Ama yanlışlarımız, eksiklerimiz var.

Bütün Batı dünyası, Haçlı emperyalist yapı bir arada. Birbirinden ayrı yanları yok. Dün akşamki ziyaretimde de ne yazık ki bunları gördüm. Cumhurbaşkanında da bunu gördüm, diğerinde de. Yatıyorlar, kalkıyorlar söyledikleri şey: Hamas da Hamas. Neymiş 7 Ekim’de Hamas’ın o çıkışı işte ‘Bu hali ateşledi’ diyorlar.

İsrail’in elinde 10 bine yakın rehine var. Hadi Almanya olarak siz onları verme adımını atın, biz de şu anda Hamas’ın elindekileri almanın gayreti içerisine girelim. Var mısınız buna? Evet diyemiyorlar. Bir hafta sonra İsrail’e gidecek Cumhurbaşkanınız. Atın bu adımı. Biz de karşı adımı atalım. Başka türlü bu olmaz. Ne olursa olsun, dik duracağız. Bundan taviz veremeyiz.

Bireysel kariyeri peşinde koşmaktan başka ideali olmayan bir kitle, bizim istikbalimizi emanet edeceğimiz gençlik olmaz. Birlik, beraberlik, inanç, cesaret ve istikrar içinde hareket eden ülkesini ve milletinin meselelerine kafa yoran, fikri ve bedeni yetkinliğiyle öne çıkan bir gençlik inşallah bu çatı altında kendini gösterecektir.

Vatan topraklarındaki bin yıllık varlığımız ile binlerce yıllık medeniyet mirasımızın Allah’ın izniyle daha binlerce yıl devam edebilmesini ancak bu şekilde temin edebiliriz. İnsanlığın en eski miraslarını bünyesinde barındıran bir coğrafyada hüküm sürüyoruz. Bu büyük ve şanlı mirasın sahibi olmak, aynı zamanda pek çok sorunu, sıkıntıyı, krizi göğüslemeyi de gerektiriyor. Ülkemiz adeta bir ateş çemberiyle çevrilidir. Türkiye bu ateş çemberi içinde siyasi, ekonomik, askeri, kültürel, sosyal her alanda dünyanın en ileri ülkelerinden biri olma hedefiyle yoluna devam ediyor. Fakat şunu unutmayalım. Haçlı hilal anlayışı bitmiş değil. Bu aynen devam ediyor. Bu ateş çemberini yakanların ve sürekli körükleyenlerin tek bir gayesi vardır. O da Türk ve İslam dünyasının lokomotif ülkesi Türkiye’nin hedeflerine ulaşmasının önüne geçmektir. Ama müsaade etmeyeceğiz.

Sınırlarımız içinde ve çevresinde yaşanıp da ülkemiz aleyhine sonuçlar doğuran her faaliyetin gerisinde milletimi bu topraklardan söküp atma niyeti olduğundan şüpheniz olmasın. Tabii  bu topraklar derken kastımız geniş manada gönül coğrafyamızdır. Türkiye’nin sadece kendi sınırlarından ibaret bir ülke olmadığını hala kabul etmek istemeyen varsa ya gafildir ya da kafası ve kalbi başka mahfillere kiralanmış hain. Dolayısıyla çevremize gönül coğrafyamızın ufkuyla bakmamız, yaşanan hadiseleri ona göre değerlendirmemiz gerekiyor.

Türkiye’yi rotasından saptırmak isteyenler, her girişim, her senaryo, her tuzak, her oyun önünde sonunda milletimizin iman ve cesaret duvarına çarpıp akamete uğramıştır.

Maruz kaldığımız her saldırının mutlaka bir maliyeti olmuştur. Zor da olsa ülkemizi büyük ve güçlü Türkiye rotasında tutabilmemiz bize kayıplarımızı telafi etme imkanı sağlamıştır.

Bugüne kadar ne yaptıysak, hangi projeyi hayata geçirdiysek, hangi ilerlemeyi kaydettiysek işte bu dış ve iç sabotajcılara rağmen bunlara başardık. Gençlerimize bırakacağımız en önemli miras olarak gördüğümüz büyük ve güçlü Türkiye’nin temellerini böylece yükselttik. Gençlerimizin bu temel üzerinde ülkemizi ve milletimizi dünyada hak ettiği seviyeye çıkartacağından şüphe duymuyorum.

Türkiye mutlaka güçlü olmak zorundadır. Bunun en bariz ispatı, yakın çevremizde son yıllarda ardı ardına yaşanan insani krizler ve çatışmalardır. Suriye darmadağın, Irak kırılgan, Libya bütünlüğünü hala sağlayamadı. Ukrayna topraklarındaki savaş sürüyor. Balkanlardaki gerilim hiç düşmüyor. İsrail bölgedeki her devleti tahrik eder hale geldi. İşi gücü bu.

Türk Devletleri Teşkilatı giderek güçlenmekle birlikte henüz arzu ettiğimiz seviyeye ulaşamadı. Tüm bu fotoğraf içinde Türkiye, her alanda ve her konuda birlik, beraberlik, dayanışma sağlamak için çırpınıyor, uğraşıyor, çalışıyor. Karabağ’da elde edilen netice birlik ve beraberlik halinde hareket edilmesinin nasıl sonuçlar doğurabileceğini Allah’a hamd olsun bizlere gösterdi.

Üzüntüyle ifade etmem gerekir ki Gazze meselesinde böyle bir güç birliği henüz oluşturamadık. Şayet bugün İsrail, Gazze’de ve diğer Filistin şehirlerinde hatta buralara komşu ülkelerde hunharca insan öldürebiliyorsa, bunun sebebi onun gücü değil, İslam aleminin dağınıklığıdır. Batılı ülkelerin yönetimleri adeta İsrail’in esiri durumdayken aynı ülkelerin halklarında yaşanan uyanış ve giderek yükselen itirazlar bize insanlık adına umut veriyor.

İsrail’in Gazze’de ve diğer Filistin şehirlerinde uyguladığı devlet ve işgalci terörü bir insanlık suçudur. Soykırımdır. Şu anda 2 bini aşkın avukatla inşallah bu soykırımı bizler gerekli olan yerlere şikayetini yapacağız. Bunun takipçisi olacağız. Bu işi yarı yolda bırakamayız. Bu bedel, ödenecek.

Dün söyledim de söyledim, İsrail bir terör devletidir. Bu terör devletinin başında olan kişi de ne yazık ki İsrail’i şu anda adeta İsrail halkını isyan ettiriyor ve onları kendine karşı isyan ettirir hale getirmiştir. Onun için eceli yakındır. Bu suçun mutlaka uluslararası düzeyde takip edilmesi, soruşturulması ve zalimlerin hak ettikleri cezaları almaları şarttır. Aksi takdirde dünyada hiçbir birey, hiçbir toplum kendisini güvende hissedemez.

 Mısır üzerinden Gazze’ye gönderdiğimiz insani yardımlar Gazze’den ülkemize getirdiğimiz yaralılar bu gayretin bir ifadesidir.”

Hibya Haber Ajansı