Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasından bazı satır başları şöyle:

“Turizm başkentimiz, Akdeniz’in incisi, tarih, tabiat ve kültür şehri güzel Antalyamıza hepiniz hoş geldiniz. Antalya Diplomasi Forumu’nun üçünü buluşması münasebetiyle sizlerle beraber olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Bilindiği gibi 6 Şubat 2023’te yaşadığımız asrın felaketi nedeniyle forumumuzu geçtiğimiz yıl iptal etmek durumunda kalmıştık.

Ülkemizin 11 ilini ve 14 milyon vatandaşımızı etkileyen, 53 binden fazla canımızı yitirdiğimiz deprem felaketinin yaralarını hızla sarıyoruz. Bu zorlu süreçte dost ve kardeş ülkelerden gördüğümüz maddi, manevi desteği burada özellikle ifade etmek isterim. Dünyanın neresinde olursa olsun acımızı yürekten paylaşan, dayanışma ve desteklerini esirgemeyen dostlarımıza bir kez daha ülkem ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum.

Turizmin başkenti Antalyamız, forum ile birlikte küresel diplomasisinin kalbinin attığı merkezlerden biri haline geliyor. Bugünkü toplantımızın etkileyici katılım düzeyi, bu tespitimizin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Üç gün boyunca günümüz liderlerinden, geleceğin liderlerine, iş insanlarından akademisyenlere, yaklaşık 4 bin civarında katılımcı burada aynı çatı altında bir araya gelecek.

Küresel siyasetin kaotik durumuna şöyle bir göz attığımızda forumun temasının ne kadar isabetli seçildiğini anlaşılacaktır. İnsanlık olarak gerçekten sancılı, sıkıntılı ve biteviye krizlerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz.

Sadece dış politikada değil, üretim, iletişim, yönetim, sanat, ticaret ve teknoloji gibi pek çok alanda ezberler bozuluyor. Gönül ister ki bu değişim, insanlığın güncel sorunlarına çözüm getirsin. Açlığa, yoksulluğa, geri kalmışlığa çare olsun. Maalesef bu konuda ümit var konuşamıyoruz. Ülkeler arasındaki gelir adaletsizliği katlanarak artıyor. Savaşlar, eskisinden çok daha kanlı ve yıkıcı geçiyor. Sömürgecilik, yeni yöntemlerle ne yazık ki devam ettiriliyor. Kültürel ırkçılık, İslam düşmanlığı ve yabancı karşıtlığı dünyanın birçok bölgesinde toplum içinde bir veba salgını gibi yayılıyor. Karşı karşıya olduğumuz gerçeklik şudur: Refah, huzur, barış ve özgürlük asrı olmasını umduğumuz 21.yüzyıl beklentilerin tam aksine giderek bir buhranlar çağına dönüşmektedir.

Herkesin diline pelesenk ettiği kural temelli uluslararası düzen, anlamını ve ağırlığını kaybetmekte, bir slogandan öteye geçememektedir. Dayanışma, adalet ve güven gibi temel kavramlardan yoksun olan cari uluslararası sistem ise asgari mesuliyetlerini bile yerine getiremiyor.

Tüm bunları olayların uzağında bir ülkenin lideri olarak söylemiyorum. Türkiye, gerek coğrafi konumu, gerek beşeri ve kültürel bağları, gerekse beynelmilel ilişkileri itibarıyla krizlerden en çok etkilenen ülkelerden biridir. İnsanlığın gündemini meşgul eden çatışmaların, gerilimlerin, savaşların, risklerin kahir ekseriyeti bizim yakın coğrafyamızda yaşanıyor.

 Örneğin pek çok ülkenin son 5-10 yılda yüzleştiği terör tehdidiyle biz tam 40 yıldır mücadele ediyoruz. DEAŞ ile sahada göğüs göğse mücadele edip bu örgütü bozguna uğratan yegane NATO müttefikiyiz. Yükselen İslam düşmanlığının hedef aldığı toplum kesimlerinin başında bizim yurt dışında yaşan vatandaşlarımız geliyor. Son dönemde protesto eylemi kılıfı altında Avrupa’da mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’e yönelik yapılan menfur saldırıların çoğu Türk büyükelçiliklerinin önünde gerçekleştirildi.

Türkiye ve Avrupalı Türkler, bu süreçte özellikle provoke edilmek istendi. Düzensiz göç meselesinde 12 yıldır zaten ciddi baskı altındayız. Çatışmalardan ve terör örgütlerinin baskılarından kaçan yaklaşık 4 milyon sığınmacıya ev sahipliği yapıyoruz. İnsanlığın yüzleştiği bir diğer önemli sorun olan iklim değişikliği konusunda da durum farklı değildir.

Akdeniz çanağında olmamız hasebiyle iklim değişikliğinin menfi etkilerine her geçen yıl daha fazla maruz kalıyoruz. Bu listeyi daha da uzatmak mümkündür. Türkiye’nin hiçbir hadiseyi uzaktan seyretme veya görmezden gelme lüksü yoktur. Sorumluluk sahibi bir ülke olarak doğru bildiklerimizi cesaretle söylemek hem kendi insanımıza hem de tüm insanlığa karşı görevimizdir. Hakikati konuşanlarının sesinin kısıldığı günümüzde böyle bir misyonun sorumluluklarının şüphesiz farkındayız. Ama buna rağmen acı da olsa birileri için rahatsız edici de olsa gerçekleri dillendirmeye devam edeceğiz.

Prensiplerimizden taviz vermeden, ülkemizin menfaatlerini her alanda güçlü bir şekilde savunmanın gayretindeyiz. Yakın dönemde yaşadığımız hadiseler ve tecrübeler bize şunu öğretti. Diplomasi, krizlerin barışçıl çözümünde elimizdeki en büyük araçtır. Makulde buluşma iradesi olduğu ve karşılıklı anlayış çerçevesinde hareket edildiği müddetçe aşılamayacak hiçbir engel bulunmuyor. Yeter ki diplomasiye şans tanıyalım, alan açalım. Yeter ki maksimalist hedefler peşinde koşmayalım.

Hüsnüniyet, irade ve kararlılığın olduğu her yerde diplomasi ve diyalogla mesafe almak pekala mümkündür. Elbette tüm bunları dillendirirken gerçeklerden kopuk bir romantizmden bahsetmiyorum. Tarih boyunca olduğu gibi bugün de jeopolitik rekabetin kıran kırana geçtiği bir coğrafyada yer aldığımızı asla unutmuyoruz.

Ekonomide ülkemizi yılda ortalama yüzde 5,5 oranında büyüttük. Milli gelirimizi 238 milyar dolardan tam 5 kat artışla 1 trilyon 119 milyar dolara yükselttik. Ülkemizi satın alma paritesine göre milli gelir sıralamasında dünyada 11. sıraya çıkardık.   

En stratejik alanlardan biri olan savunma sanayinde yeri ve milli üretimin payını yüzde 20’lerden bugünkü yüzde 80’ler seviyesine ulaştırdık. Silahlı, silahsız, insansız hava araçları teknolojisinde Türkiye’nin yazdığı başarı hikayesi herkesin malumudur. Geçtiğimiz hafta 5. nesil savaş uçağımız KAAN’ın da ilk uçuşunu başarıyla yapmasıyla artık bu alanda farklı bir lige yükselttik.

Dışişlerinde 163 olan temsilcilik sayımız bugün itibarıyla 261’e çıktı. Dünyanın en geniş diplomasi ağına sahip üçüncü ülkesiyiz. Böylece ülkemizi her alanda yakından takip edilen, sözü, duruşu ve tavrı dikkate alınan, krizlerin ve çatışmaların çözümünde anahtar rol üstlenen bir konuma getirmeyi başardık. Bugün büyük bir gururla ifade etmek isterim ki, Türkiye hem batıya hem doğuya kazan-kazan temelinde ilişkiler kurabilen, Ukrayna-Rusya arasındaki krizde hakkaniyetli bir tutum benimseyen, Avrupa Birliği ile gümrük birliği içinde olup dünyanın dört bir yanıyla güçlü ticari ilişkiler geliştirebilen, hiçbir ayrım yapmadan mazluma, mağdura ve ihtiyaç sahibine el uzatan, bekası tehlikeye girdiğinde sahada her türlü tedbiri süratle alabilen velhasıl her alanda aktif, dirayetli, ilkeli, vicdanlı, müessir bir güç olarak öne çıkmaktadır.

İnşallah önümüzdeki dönemde hakkı haykırmaya, adaleti savunmaya, tüm dünyada dostlarımızın sayısını artırmaya devam edeceğiz.

Suriye, Yemen, Libya ve son olarak Ukrayna’daki çatışmalar bize mevcut küresel sistemin işlevini tamamen kaybettiğini göstermiştir. Ülkemizin gönül coğrafyasında patlak veren bu krizlerde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşlar kanı, gözyaşını ve yıkımı durduracak adımları atamadılar.

On binlerce insanın hayatını kurtaracak, yaşanan acının, yıkımın önüne geçecek tarihi bir fırsat heba edildi. Daha doğrusu sabote edildi ancak kural temelli uluslararası düzenin iflas bayrağını asıl çektiği  yer, Gazze olmuştur. 7 Ekim’den bu yana Gazze’de yaşanan barbarlığı ve katliamları, hepimiz içimiz kanayarak takip ediyoruz. İsrail’in sivil yerleşim yerlerini hedef alan kasıtlı saldırıları sonucunda bugüne kadar çoğu çocuk ve kadın 30 bin Gazzeli şehit edildi. 70 binden fazla Filistinli yaralandı ve yaklaşık 2 milyon insan evlerinden göçe zorlandı.

Gazze’de sadece çocuklar, kadınlar ve siviller canice katledilmedi. Aynı zamanda milyarlarca insanın uluslararası sisteme, adalete ve hukuka dair inancı da yok edildi. Söz konusu İsrail’in olunca İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin görevi küresel barışı temin olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Avrupa Birliği’nin sürekli hak ve hukuktan bahseden kurumlarının, tarafsızlıktan dem vuran uluslararası basın yayın organlarının hasılı yıllardır bize örnek gösterilen güvenmemiz, itibar etmemiz gerektiği söylenen yapıların ne kadar aciz ve işlevsiz olduğunu hep birlikte gördük.

Gazze’de yaşananlar kesinlikle bir savaş değildir, bir soykırım girişimidir. Çünkü savaşın bile uyulması gereken bir ahlakı, adabı ve hukuku vardır.

Türkiye olarak saldırıların ilk gününden itibaren ortaya koyduğumuz çabalara, bölgeye gönderdiğimiz 37 bin tona varan insani yardımlara, küresel ölçekte yürüttüğümüz tüm diplomatik temaslara, refakatçileri dahil 900’den fazla Gazzeli hastayı ülkemize getirmemize rağmen bunun mahcubiyetini iç dünyamızda halen yaşıyoruz.

İsrail’e ilk günden beri koşulsuz destek veren batılı güçler ise ‘tazıya tut, tavşana kaç’ diyen ikiyüzlü politikalarıyla dökülen kana ortak oluyor. Sözler, eylemle desteklenmedikçe ne Filistin’deki zulmü durdurmak ne de uluslararası sisteme güveni yeniden inşa etmek mümkündür. Uluslararası toplum, Filistin halkına olan borcunu ancak Filistin devletinin kurulmasıyla ödemeyebilir.”

Hibya Haber Ajansı