10 ilin etkilendiği deprem felaketinde yıkılan binlerce bina, on binlerce yurttaşımıza mezar
Olurken, yüz binlerce insanımızı ise evsiz bırakmıştır. Ancak bir haftadan daha fazla süre
Geçmesine rağmen tek bir sorumlu bile istifa etmemiştir.
Biz biliyoruz ki zamanında etkili arama-kurtarma çalışmaları ve bu çalışmaları yürütecek
Ekipler, sevk edilmiş olsaydı, birçok yurttaşımız bugün yaşıyor olacaktı.
İnsanlar enkazın altında yakınları ise enkazın başında yalnız kaldı. Çok övünülen yollar
Kullanılmaz hale geldi. Ulaşım sekteye uğradı. Yardım için bölgeye giden ekipler vasıta
Bulamadı, hiç kimse kimseyle iletişim kuramadı. Her afetten sonra para isteyen ve adeta bir
Holding haline gelen Kızılay’ın adı sadece makbuzların üzerinde isim olarak kaldı. İçişleri
Bakanlığına bağlı AFAD hantal yapısı ile krizin ve yıkımın büyüklüğünü idrak edemedi ve
Gerekli koordinasyonu sağlayamadı.
Afet yönetimini koordine edemeyen kurtarma ve yardım ekiplerini geç gönderen iktidar her
zamanki gibi “Kader’e” sığınıp, “yüzyılın felaketi diyerek” sorumluluğu üstünden atmaya
çalıştı. Tutumuna ısrarla devam etmekte ve tehditleriyle yaşanan felaketlerin üzerini örtmeye
çalışmaktadır. Felaket mi evet felaket ama asıl yüzyılın felaketi, bilim insanların uyarılarını
dikkate almayan, deprem öncesi planlama ve hazırlık yapmayan, deprem sonrasında ise
üstüne düşen sorumluluğu anında yerine getirmeyen sistemdir.
Deprem değil; gözünü kar hırsı bürümüş müteahhitler, siyasi rant uğruna denetim görevini
yerine getirmeyen yerel yöneticiler, oy için imar aflarını çıkaran, deprem öncesi bilim
insanlarının uyarılarını dikkate almayan, yapı ve inşaat denetimini özelleştiren, kamu kurumu
niteliğinde bulunan meslek odalarının proje denetim/kontrol yetkilerini elinden alan, gerekli
planlamayı ve koordinasyonu sağlamayan, liyakat yerine sadakati esas alan, betonu ve
müteahhidi kutsayan siyasi anlayış öldürdüğünü hep birlikte yaşadık, yaşıyoruz.
Bir taraftar deprem yaralarını sararken bir yandan da bu ülkenin depremler ülkesi olduğu
bilinci ile yarın değil hemen şimdi geleceği yönelik tedbir alınmalı, planlamalar yapılmalı,
meslek odaları ve bilim insanlarına kulak verilmeli ve kamunun her alanında liyakat esas
alınmalıdır.
Depremin ardından koşullar giderek ağırlaşırken kentlerdeki yağma olayları sonrası
“yağmacı” olduğu ileri sürülen kişilerin linçe varan darp görüntüleri sosyal medyada
paylaşılmaya ve hatta jandarma karakolunda ölüm haberleri çıkmaya başladı. Hukuk
devletinde böyle bir şey düşünülemez ve kabul edilemez. Yağmacılığa yeltenen kişiler kolluk
kuvvetlerince yakalanıp yargıya teslim edilmelidir. Bu ortamda acılı insanların duygularını
istismar eden ve sığınmacılar üzerinden yürütülen ırkçı yaklaşımları reddediyor ve halkımızı
sağduyuya davet ediyoruz.
Şu yasadığımız süreçte binlerce kilometre uzaktan yardımımıza koşan farklı uluslara ait
insanların canları pahasına göçüklerden insanları kurtarmalarını alkışlarken, mültecilere ve
farklı kimliklere öfke ve kin duymak ikiyüzlülüktür. Biz bu riyakârlığa izin veremeyiz, göz
yumamayız. Böyle yaklaşımlar asıl problemin kaynağından uzaklaşmak, hedefi saptırmaktır.
Devleti de görevlerini en hızlı bir şekilde yerine getirmeye davet ediyoruz. Sosyal devlet
ilkesi gereği deprem bölgesindeki vatandaşının, barınma, beslenme, ısınma, sağlık, güvenlik
vb. ihtiyaçlarını hemen gidermeli ve sorunları yerinde çözmelidir. İnsan sağlığı ve çevre
kirliliği konularında ilgili kuruluşların, meslek odalarının, sendikaların görüşleri doğrultusunda
tedbir alınmalıdır. Vatandaşlarını ülkenin farklı yerlerine göç ettirip daha fazla mağdur
etmemeli. Farklı illere göç eden vatandaşlarının da gittikleri yerdeki ihtiyaçları karşılamalı ve
dönüş için gerekli şartlar yaratmalıdır.
Göç eden vatandaşların en büyük sorunu deprem bölgelerinde kalan vatandaşlardan farklı
değil, Ancak, barınma ve beslenme en büyük sorun olarak karşımızda duruyor.
Depremzedeleri yerleştireceğiz diye eğitime ara verip milyonlarca üniversiteli gençlerimiz de
mağdur edilmemeli. Eğitimden vazgeçilemez. OHAL yetkilerinin kötüye kullanılarak siyasi
partilerin ve Emek ve Demokrasi Platformlarının yardımlaşma ve dayanışma ağlarına el
konulması kabul edilemez. Kayyım zihniyetinin ve sistemin yarattığı tahribat ortadadır. Bir
önce bu zihniyetten vazgeçilmelidir. Kayyım öldürür dayanışma yaşatır.
Uluslararası sınırları umursamayan deprem, Suriye ve Rojava’da büyük yıkıma neden oldu.
Ancak uluslararası yardım çalışmalarına kontrol noktaları darbe vuruyor. Türkiye’de ağır
makineleriyle binlerce kurtarma görevlisi, paramedikler ve kurtarma köpekleri sokakları
doldurmuş halde ve hale sağ kurtulanları arıyorlar. Ancak muhalefetin elindeki kuzeybatı
Suriye’nin ve Rojava bölgesinde, bunların hiç biri yok. Tüm tarafların bu insanlık durumuna
ayrım yapmadan yaklaşması, insan emeğini engellememesi ve bu trajik durumun
sorumluluğunu üstlenmesi gerekir.
Bu zor günleri dayanışma ile atlatma amacıyla Urfa Emek ve Demokrasi Platformu
bileşenleri olarak depremin ilk gününden itibaren sahada olduk. Bileşenimiz olan Urfa
Barosu’nun ve TMMOB’nin hizmet binalarının depremden etkilenmemiş olması ve fiziki
şartlarının uygun olması nedeniyle deprem koordinasyon merkezleri olarak belirledik. Burada
depremzede yurttaşların insani şartlarda barınmasını sağladık. Urfa Barosu ve TMMOB
hizmet binalarında yardımlar toplanıldı ve buradan koordine edilerek saha çalışmalarında
tespitli ve teyitli lokasyonlara yardımlar ulaştırılmıştır. Yine bileşenlerimiz olan Urfa Tabipler
Odası ve SES tarafından poliklinik hizmetleri verilmiştir. TMMOB’nin bünyesinde gönüllü
olarak bulunan Mühendis ve Mimarlar enkaz yerlerinde ve hasar tespit çalışmalarında görev
almışlardır. Diğer tüm bileşenlerimiz sahada aktif rol almış ve tüm üyeleri ile seferber
olmuştur. Bileşenlerimiz gerekli ayni ve nakdi destekte bulunmuşlardır. Deprem bölgelerinde
soruşturmalar titizlikle takip edilmekte olup delil tespiti gibi hukuki süreçler takip edilmektedir.
Birlikte dayanışma ile aşılacağına olan inancımızla halkımıza bir kez daha geçmiş olsun
diliyoruz.