Gazetecilik, dünyanın her yerinde hakikatin peşinden koşanların mesleğidir. Ama ne yazık ki bazı coğrafyalarda bu meslek, bir tehlike haline geliyor. Hele ki Türk gazetecisiyseniz, özellikle Filistin-İsrail hattında, hedef haline gelmeniz an meselesi…
Anadolu Ajansı muhabiri Faruk Hanedar, İsrail'in el koyduğu Madleen Gemisi'nin demir attığı Aşdod Limanı’ndan yaptığı açıklamayla içimizi burktu:
“Türk medyası olduğumuzu öğrendiklerinde bize karşı tavırları daha değişken oluyor.”
Bu sözler aslında tek başına çok şey anlatıyor. İsrail'in gazetecilere olan tavrının nasıl sistematik bir baskıya dönüştüğünü, basın özgürlüğünün nasıl ayaklar altına alındığını gösteriyor. Özellikle Türk gazetecilere karşı bu düşmanlık, Türkiye’nin Filistin halkına verdiği destekten duyulan rahatsızlığın dışavurumu gibi görünüyor.
Oysa biz gazeteciyiz. Bizim görevimiz; kim olursa olsun, nerede yaşarsa yaşasın, mazlumun sesini duyurmaktır. Bombalar altında ezilen çocukların, açlıkla mücadele eden insanların, gemilere yardım malzemesi yükleyip hayat kurtarmaya çalışan gönüllülerin hikâyesini dünyaya taşımaktır. Ve bu mesleği icra edenlerin pasaportuna, milletine, yayın organına göre muamele yapılması, ifade özgürlüğüne yapılmış en büyük ihanettir.
İsrail’in uluslararası hukuk tanımaz tavrı sadece sivilleri değil, gazetecileri de hedef alıyor. Daha geçtiğimiz yıllarda Gazze’de hedef alınan basın merkezleri hâlâ hafızalarımızda tazeliğini koruyor. Bugün Aşdod Limanı’nda yaşanan bu baskı ve tehdit dili, aslında İsrail’in gerçekte ne kadar korktuğunu da gösteriyor: Gerçeklerden korkuyorlar!
Faruk Hanedar’a ve onun nezdinde tüm cesur gazetecilere bir kez daha teşekkür ediyoruz. Onlar orada sadece haber geçmiyor, tarihe not düşüyorlar. Ve biz biliyoruz ki gerçeklerin bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.