Erdoğan’ın konuşmasından bazı satır başları şöyle:

“Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete irtihalinin 85’inci yıl dönümünde rahmetle yad ediyorum. Bin yıldır bu toprakların vatanımız olması için gözlerini kırpmadan canlarını ortaya koyan şehitlerimin, gazilerimizin, kahramanlarımızın her birine Allah’tan rahmet diliyorum. Sınırlarımız içinde ve dışında görev başında olan güvenlik güçlerimizi rabbim muhafaza ve muzaffer eylesin diyorum.

Türkiye Yüzyılı’na adım attığımız şu günlerde ülkemizin büyümesi, devletimizin güçlenmesi, milletimizin birlik ve beraberliği için çalışan, gayret gösteren herkese şükranlarımı sunuyorum. Geçtiğimiz günlerde coşkuyla kutladığımız 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile birlikte Anadolu topraklarındaki son devletimizin ilk asrını geride bıraktık. Hep söylediğimiz gibi Cumhuriyetimiz bizim ilk değil, binlerce yıllık devletler zincirimizin son halkasıdır. Coğrafyamızda Selçuklu’dan Osmanlı’ya devrolan istiklal bayrağı, 1923’ten itibaren Cumhuriyet ile dalgalanmayı sürdürmektedir. Bu vesileyle Cumhuriyetimizin kurulması, gelişmesi, büyümesi için gayret gösteren herkesi bir kez daha şükranla anıyorum.

Gazi Mustafa Kemal’in vasiyeti olan ülkemizi muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma mücadelesini, milli mücadele ruhuyla sürdürüyoruz. Cumhuriyetimizin yeni asrına Türkiye Yüzyılı adını işte bu anlayışla verdik.

Geçtiğimiz yüzyılın her bir safhasıyla ayrı ayrı değerlendirmesini eksisi ve artısıyla tartılarak bir hükme bağlanmasını tarihçilere bırakıyoruz. Biz Cumhuriyetimizin ilk asrının son 21 yılında yaptıklarımızın hesabını milletimize vermekle mükellefiz. Her zaman gururla ifade ettiğimiz gibi bu 21 yılda asırlara bedel demokrasi ve kalkınma atılımını hayata geçirdiğimize inanıyoruz.

Dillerinden Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i düşürmeyenlerin geçtiğimiz bir asırda ülkemize neler kazandırdıkları, neler kaybettirdikleri milletimizin hafızasında mevcuttur. Türkiye, dün ‘gardırop Atatürkçüleri’, bugün de ‘sosyal medya Atatürkçüleri’  olarak ifade edebileceğimiz kesimden çok çekmiştir. Kavramların, kişilerin ve hassasiyetlerin istismarı dışında hiçbir icraatları olmayan bu mirasyediler, dün olduğu gibi bugün de sağa sola savruluyor. Öyle ki bu sıfatları terör örgütlerinden, emperyalistlere, kendi ülkelerine düşman kim varsa herkesin dümen suyuna girmenin şemsiyesi yapacak kadar kontrolü kaybetmiş durumdalar. Kökü olmayan ağacın ayakta kalamayacağı, dalından kopmuş yaprağın rüzgarın önünde sürükleneceği gibi bunların da uzun süre varlığını sürdürmesi mümkün değildir.

Ülkenin ve milletin geçmişinden ve geleceğine dair hedeflerinden koparak anlık reflekslerin esiri haline gelen bu kesim giderek marjinal hale gelmektedir. Hamd olsun, Türkiye bu zihniyete rağmen önüne çıkan zorlukları birer birer aşarak demokrasi ve kalkınma yolculuğuna devam ediyor.

Cumhuriyetimizi siyasi, diplomatik, ekonomik, askeri olarak tarihinin en güçlü seviyesine getirmek nasıl bize nasip olduysa inşallah Türkiye Yüzyılı’nın yükselişini de hep beraber göreceğiz. Vefat yıl dönümünde Atatürk’ü gerçek manada anmanın ve mirasına sahip çıkmanın işte böyle olacağını düşünüyoruz.

Bu tür yıl dönümleri aynı zamanda milletler için bir muhasebe vesilesidir. Bilindiği gibi Türkiye’nin son iki asrı anayasal zeminde yeni, kapsayıcı, halka dayanan, hakkaniyeti gözeten yönetim arayışlarıyla geçmiştir.

Tarihin daha derinliklerinde yine bu coğrafyadaki varlığımıza dair bilimsel araştırmaları da ayrıca değerlendirmek gerekiyor. Elbette bu tabloya Sibirya’dan Hindistan’a, Doğu Avrupa’dan Kuzey Afrika’ya uzanan daha geniş bir coğrafyaya damgasını vurmuş binlerce yıllık devlet birikimimizi de eklememiz de gerekiyor. Şayet biz, tarihimize, medeniyetimize, kültürümüze sahip çıkmaz, mazimize bakış açımızın ufkunu bu şekilde koymazsak meydan derleme toplama insan topluluklarından oluşan nevzuhur bir devlet grubuna kalır.

Sınır ötesindeki siyasi, ekonomik, askeri varlıklarımız bu kutlu vizyonun farklı boyutlarıdır. İsrail’in Gazze’ye yönelik vahşi saldırıları, verdiğimiz mücadelenin önemini ve bir an önce başarıya ulaşmasının ne kadar gerekli olduğunu tekrar ispatlamıştır. Bütün dünyanın gözü önünde bir felaket, bir facia, bir insanlık suçu yaşanıyor. Filistin halkının binlerce yıldır yaşadığı topraklarını zorla gasp edenler, bunun üzerinde geçmişi 75 yılı ancak bulan ve meşruiyetini bizzat kendi faşistlikleriyle tartışmalı hale getirdiği bir devlet inşa etmeye çalışıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemiz topraklarını da içeren vadedilmiş topraklar hezeyanıyla nükleer silah kullanma tehditleriyle sabrımızı zorluyorlar.

Sahip oldukları teknolojik üstünlüğe ve uyguladıkları ahlaksız zorbalığa rağmen daha Filistin’in masum çocuklarıyla, kadınlarıyla ve yaşlılarıyla baş edemeyenlerin bu ham hayalden uyanacakları günler yakındır.

Henüz doğmamış bebeklerden, masum çocuklara, mazlum kadınlar ve erkeklere kadar on binlerce insanın yitip giden canlarının hesabı elbette sorulacak. Neredeyse bir asırdır, hastalıklı bir fanatizm uğruna milyonlarca insanın maruz kaldığı zulmün hesabı elbette sorulacaktır. Bu zalimlerin her biri ve onlara verdikleri destekle aynı suça ortak olanlar, önce insanlık vicdanında ardından tarih önünde mutlaka yargılanacaktır. Türkiye olarak bu işin öncülüğünü tüm platformlarda biz yapacağız. Dünyada devletlerin ve yönetimlerin önemli bir kısmı, yaşanan zulme gözlerini kapatıyor olabilir. Ama bu ülkelerin halklarının vicdanlarından yükselen seslerin her geçen gün daha da artması insanlığın geleceği adına bizi umutlandırıyor. Maşeri vicdanın sesinden de aldığımız güçle Gazze halkının evlerini topraklarını terk etmeme iradesine sonuna kadar destek vereceğiz.

Vatanlarını, canlarını ve namuslarını koruma mücadelesi veren Gazzeliler başta olmak üzere tüm Filistin halkının can ve mal güvenlikleri sağlanana kadar hakkı söylemekten, yanlışı düzeltmekten vazgeçmeyeceğiz. Bu hedeflere ulaşabilmemiz, devleti ve milletiyle bizim tek yürek, tek bilek, tek ses, tek nefes olarak hareket etmemize bağlıdır. Türkiye sadece son 10 yılda bir başta devletin ve toplumun maruz kalması halinde yıkıcı sonuçlarla karşılaşacağı düzinelerce saldırıyı alnının akıyla savuşturmuş bir ülkedir.

Avrupa Birliği, içine düştüğü stratejik körlükten kurtulma umudunu giderek yitirmektedir. Umudunu giderek yitiren Avrupa Birliği, Türkiye’nin kapısını çok çalacaktır. Birleşmiş Milletler kürsüsünden küresel yönetim ve güvenlik sisteminin köhnemişliğini ve reforma tabi tutulması gerektiğini defalarca anlattık.

Özellikle enflasyonun yol açtığı hayat pahalılığını çözmekte kararlıyız. Bu süreçte refahı aşınan dar ve orta gelirli kesimlerin kayıplarını telafi etmek de boynumuzun borcudur.

Yapılan onca değişikliğe rağmen güçler ayrılığı ve güçlerin kendi içlerindeki dengeye ilişkin sorunların sürekli önümüze çıkıyor olması yeni anayasa talebimizin haklılığının işaretidir.

Son olarak Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasında yaşanan tartışma bu gerçeği bir kez daha teyit etti. Elbette her kurum gibi yargı kurumlarının da kararları tartışılabilir. Türkiye’de yüksek mahkemeler dahil hiçbir organ, kurum eleştirilemez değildir. Geçmişten beri bizim de Anayasa Mahkemesi’nden Yargıtay ve Danıştay’a kadar hemen her yargı merciğinin katılmadığımız, eleştirdiğimiz kararları olmuştur. Ancak bu defa farklı bir sorunlar karşı karşıyayız.

Biz bu tartışmada taraf değil, hakem konumundayız. Yürütmenin başı ve ülkenin en büyük siyasi partisinin genel başkanı olarak yaptığımız ve yapacağımız değerlendirmeler bu konumumuzun gereğini yerine getirmemize asla mani değildir. Yargının iki kurumu arasındaki yetki tartışmasının çözüm yeri anayasadır, yasalardır. Ancak anlaşılan o ki mevcut anayasamız ve dolayısıyla ona göre şekillenen yasalarımız bu konuda da yetersiz kalmaktadır.

Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete irtihalinin 85’inci yıl dönümünde bir kez daha rahmetle yad ediyorum.”

Hibya Haber Ajansı